Bir kimliksizliğin ifadesi: Hieros Gamos
Sibel Ünal
Çiya Andok’un ilk romanı ‘Hieros Gamos’ Öteki Yayınları’ndan çıktı. Andok’un ‘vatansever gençliğe’ ithaf ettiği romanı, bir dönemin devrimci-yurtsever gençliğini konu alır.
Eylül 2020’de ‘Döner Mutlak Kuşlar’ adlı şiir kitabı yayınlayan Çiya Andok ile ‘Hieros Gamos’u konuştuk.
Döner Mutlak Kuşlar adlı şiir kitabınız ile tanınıyorsunuz. Şiirden romana geçişinizin öyküsünü anlatır mısınız?
Şiir eski bir anlatı biçimidir. Kelimenin başında şiir gelir dersek sanırım yanlış söylemiş olmayız. Ben de başlarda kendimi şiirle ifade ettim ama hikâyelerim öznelliğimi aştıkça şiir yazamaz hale geldim. Bu beni başka anlatılara götürdü. “Hieros Gamos” şiire sığmayacak kadar kapsamlı bir anlatım gerektiriyordu. Bu da beni roman yazmaya itti diyebilirim. Hikaye kendi anlatımını getirdi ve önüme koydu. Böylece şiirden romana geçtim.
Malraux, “Sanat, ölüme direnen tek şeydir” diyor. Bu belirleme sanat yaratma sürecinizle örtüşüyor mu? Direniş ‘Hieros Gamos’ mu?
Tarihin bilinen en eski yazılı edebi metni ölümsüzlük bitkisini arayan Gılgamış destanıdır. Ölümsüzlük, ölümsüzlük bitkisiyle elde edilmez, ancak edebi metin bu arayışı ölümsüzleştirir. Sanat, zamana direnebilen ve zamanla öldürülemeyen bir etkinliktir. ‘Hieros Gamos’ ile yurtsever gençliğin bir dönemin hayatını şekillendirerek yaratmak istediği hatırayı gelecek çağlara taşımak istedim.
Bu anlamda ele alındığında evet, yaptığım şey direniştir. Aslında çok daha kapsamlı, çok daha derin bir direniştir. Böylece kelimelerle ördüğüm bu eylem biçimi gelecekte olacakları da kaleme almış oldu. Bu vesileyle onlardan geriye kalanlar gelecek nesillere aktarılacaktır. Amaçladıkları buydu. Umarım anılarına uyan bir sanat eseri olmuştur. Malraux’nun söylediğine dönecek olursak, ölüm ancak sanatsal direnişle anlaşılabilir. İnsan emeği ancak sanatla kendi çağının ötesine geçerek gelecek çağlarda var olabilir.
Gelecek aslında hayali anlatılardan oluşan bir tasarımdır. Her insanın bir soy destanının olması, bu projeyi gerçekleştirme isteğinden kaynaklanmaktadır. Bir de şu var; Kendini sanat yoluyla yaratmayan bir halk ya da hareket, bir dönemin eseri olmaktan öteye gidemez. Eski halkların da eski anlatıları vardır.
Bence ‘Hieros Gamos’ kutsal birlik ya da kutsal evlilik anlamına geliyor. Kitabın adı ile içeriği arasında nasıl bir özdeşlik var?
‘Hieros Gamos’, ana tanrıçanın döngüsel dünyasının anlatısıdır. Bir anlamda mitolojik aklın açıklamasıdır. Doğurduğu adamla kavuşması ve adamın ölüm döngüsü… Kitabın alt metni de işte bu döngüsel akıl üzerine kurulu. Her şey döngüseldir. Rızgar ve Hasret aşkı başladığı yere geri döner ve bu döngüye girer. Çünkü doğada işleyiş böyledir. Bu anlamda kitabın adı aynı zamanda kitabın ideolojisinin de özünü oluşturmaktadır.
‘SAHİP OLDUĞUNU KAYBETMEYİ ENGELLEMEYEN, DEVRİMCİ OLAMAZ’
Romanın başında Rızgar karakterinin bir ‘uyanışı’ söz konusudur. Bu uyanıştan sonra hareket etmeye karar verir ve ardından hayatının yönü değişir. Yazar olarak böyle bir girişi seçmenizin nedeni nedir, çünkü bu aynı zamanda bir tarafı olan roman seçme işidir?
İnsan doğasında derin bir muhafazakarlık vardır. Toplumdaki olağanüstü insanlar, ancak bu muhafazakarlığın üstesinden gelebilirler. Devrimciler de öyle. Sahip olduklarını kaybetmeyi göze alamayanlar devrimci olamazlar. Bu yüzden Rızgar, sahip olduğu her şeyi yakmakla işe başlar. Ancak bu radikal kayıpla tekrar uyanır ve taşınmaya karar verir. Buradaki amaç artık geçmişle ilerleyemeyeceğinizi göstermektir. Bu yol ayrımı bir hanımefendinin kulağına fısıldamasıyla başlar. Dönüşüm dişil dünyaya doğru. Yeniye uyanmak doğum için esastır. Buna dayanarak Rızgar’ı kaosa sürükledim.
Kitabınızın adından yola çıkarak ana temasının aşk olduğu söylenebilir mi? Varsa bu aşk temasında Rızgar’ın işkence gördüğü travmatik sahneleri nereye koyabiliriz?
Dikkatle okunduğunda insan sevgisine dair pek çok betimlemeyle karşılaşacaktır okuyucu. Rızgar ve Hasret’in ortasındaki aşk sadece iki kişinin değil, iki coğrafyanın, Dersim ve Amed’in de aşkıdır. Aynı zamanda Rızgar’ın inandığı davaya duyduğu aşktır. Ana teması özveridir; İnsanın kendini adadığı şeyde çözülmesi, kendinden vazgeçmesi, yok oluşudur.
Evet, Rızgar tüm bu eziyetlere aşk uğruna katlanmakta ve yaşadığı aşk sayesinde tüm bu eziyetlere karşı koyabilmektedir. Onu eziyete karşı dirençli kılan aşk. Aşkı bir delilik halidir, mantığın sonlarıyla sınırlı olmayan bir şeydir. Muhtemelen tanımsızdır. Ya da herkeste farklı bir halde vücut bulan bir tariftir. İki kişilik aşk vardır, vatan aşkı vardır, fikir aşkı vardır, amaç aşkı vardır. Yani aşkın birçok türü olduğunu söyleyebilirim.
‘KADIN, KURTHER, KOMÜNİST KİMLİKLERİN SAVUNMASINA ÖZEL BİR GÖSTERGE…’
Yeter, canlı, merak uyandıran ama trajik bir hikaye. Yeter’in ‘k’ harfini kullanmamasının sebebi lehçe mi yoksa özel bir sebep mi?
Sevdiğim bir karakter. Bence tüm okuyucuların en sevdiği karakter o. Geri dönüş yapan okuyucularımdan biri, “Sayfa ağırlaşınca, yeterse biraz dağılır derim” demişti. Bu yönüyle Kafi, romanın güzel bir soluğudur.
Sorunuza gelince, Yeter’in ‘k’ harfini kullanmamasının çok derin bir nedeni var. Yeter’in üç kimliğinin de elinden alındığını vurgulamak için k’siz konuşturdum. Suskun konuşma, kadın olma, Kürt olma ya da komünist olma kimliğinin elinden alınmasına yönelik özel bir vurgudur. Bir kimliksizliğin ifadesidir.
Kitabınızın bir diğer dikkat çekici yönü de şehre yönelik eleştiriniz. Çağdaş, parlak, çekici çekirdeği ve çevresindeki kasvetli, yoksul, kirli, düzensiz ‘uç’ mahalleleriyle kent merkezi… Bu konudan bahseder misiniz?
Bu kitap, modernizmin bir eleştirisi olduğu kadar, demokratik moderniteye de bir vurgudur. Şehir, ışıltılı ve yüksek mimarisiyle eril uygarlığın hegemonik yüzüdür. Aldatıcı parlaklığı ve çekiciliği, onun hükmedici, baskıcı ve hiyerarşik yönünü gölgeliyor. Bu eril uygarlık, dişil dünyanın sömürülmesi ve gasp edilmesiyle beslenir. Kıvılcımın altında diğerinin kırılması vardır.
‘Hieros Gamos’ kadın dünyasına dair ayıplanan, yasaklanan ve günah sayılan her şeyi görünür kılmayı amaçlıyor. Buradaki estetiği ortaya çıkarmayı amaçlar. Böylece feminen prensibi merkezine alır. Tekrarlamak gerekirse, ötekinin dili ve romanıdır. Kentin varoşlarına sürgün edilen ve mahkûm edilen kitlelerin izidir. Bu nedenle Rızgar, eril uygarlığın temsilcisi olan baba yasasının gökdelenlerinden rahatsızdır. Kendini kadın dünyasının sözcüsü olan kanun anasının eteklerinde bulur.
Modernizm aklın işidir ve insani değerlere karşı kördür. İnsan amorfizmine tolerans göstermez. Aklın kuralları içinde, her şeyi bir ölçüye göre yaratır. Herşey temiz. Şekilsizlik estetiği açısından banliyö vurgusu değerlidir. Eril uygarlık reddeder, dışlar; Gecekondu, onu kaygı ve günahla etiketlediği yerdir. Aynı zamanda tarih boyunca ana kültürün sürgün yeri olmuştur. Bu açıdan bakıldığında şehir ve banliyö, dişil ve eril ilkelerin karşıtının eleştirisidir.
Hikayenizin yeri İstanbul. Okuyucuyu Beyoğlu’nda gezdiriyorsunuz, vapurlara bindiriyorsunuz, Adalar’a götürüyorsunuz. Tüm bu mekanlarda okuyucuya eşlik eden mavi kelebekleri görüyoruz. Mavi kelebeklerin hoşluk, incelik ve memnuniyet çağrıştırdığını da biliyoruz. Ve kelebeklerin senin için anlamı bu değil. Okuyucularınıza bu sembolden bahseder misiniz?
Mavi kelebeklerin gölgesinin düştüğü her yerde ölüm vardır. Ölüleri kanatlarının altında taşırlar. Hikayesini romanda anlattım. Vurgulamak istediğim, İstanbul’un her yerinde gözlerimizin önünde nefessiz bir ölüm yaşanıyor. Baktığımız her yerde, adım attığımız her kaldırımda bir ağıt var. Toplu cinayetlerin gizlendiği yerde mavi kelebekler uçar. Örneğin Balkanlar’da, Ortadoğu’da. Sadece İstanbul şehrinde değil, her birimizin içindeki ölümü vurgulamak istedim.
“Seni kutsal tanrıça adına bu kutsal kanla kutsuyorum. Tabiat ananın adını kutsuyorum, dedi ve yüzüme âdet kanı sürdü. Merhamet et. Bir daire ol, döngü başlasın…” Dionysos şenliklerini konu alan bu bölümde dişil ilkeden bahsediyorsunuz sanırım. Bu temayı biraz açar mısınız?
Eril uygarlık bir zihin uygarlığıdır. Bu yüzden Zeus Athena’yı kendi buzağısından doğurmuştur. Yani bu medeniyet ana rahminin inkarıdır. Aynı zamanda vücudunuz. Dionysos bedenin, doğanın, aşkın ve müziğin temsilcisidir. Kısacası aklın şeklini almamış olan. Bu daha çok mitolojik akla karşılık gelir. Gelelim doğaya aykırı olmayan insana. Bu kültür de ana tanrıça kültürü olarak tanımlanmaktadır. Yani dişil prensip…
Sokağın girişindeki fotoğraflar bu simosferin izleridir. Hasret ve Rızgar’ın babalarının zikredilmemesi de bu ilkenin sonucudur. Çünkü neolitik öncesi kadın uygarlığında baba kavramı yoktur. Anne ve amca kavramı vardır ve burada da dişil ilke için bu kavramlar esas alınmıştır.
Sonuç olarak, ‘Hieros Gamos’un eril uygarlığın bir eleştirisi ve dişil ilke estetiğine bir vurgu olduğunu söyleyebilir miyiz?
Evet, söylediklerinizin tam olarak söylemek istediklerimin özeti olduğunu söyleyebilirim.